Duvak kültürünün mezar taşına yansıması "Fatıma Müşerref Hanım örneği"
Özet
Ölüm, bir canlının yaşamının sona ermesi olarak tanımlanabilir. Kaçınılmaz son olarak değerlendirebileceğimiz ölüm olgusu, insanların inançları doğrultusunda kabullenilebilir bir yapıya bürünerek toplumsal bir geçiş süreci olarak algılanmasını kolaylaştırmıştır. İnsanların inançları, bu geçiş döneminde hem defin geleneklerini hem de mezar mimarisini etkileyerek, toplumdan topluma değişen kültürel mirasın oluşumuna da katkı sunmuştur. Mezar yapıları, bir coğrafi bölgenin en önemli tarihi vesikalarıdır. Herhangi bir yörenin mezarlarına bakarak, bu bölgede yaşayan insanların, kültürel yapısı, gelenek-görenekleri ve inanç sistemleri hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Türkler, Asya bozkırlarından başlayan konargöçer hayat tarzından bu yana, ölülerine ve mezarlarına büyük önem vermişlerdir. Bunun en önemli sebebi, Türklerin “atalar kültüne” sahip olmaları ve yaşanılan sürecin geçiciliğinin farkında olmalarıdır. İslamiyet'in kabulünden sonrada yeni inandıkları dinin kıstasları doğrultusunda ölüm ve mezar algıları değişmiştir. İnsan yaşamının üç geçiş evresi vardır: “Doğum, evlenme, ölüm”. Ölüm olgusu, insan zihninde yaşlılar için nispeten daha kabul edilebilir bir durumdayken; genç yaşta birinin ölümü, devamında oluşacak olan kültürel çeşitliliğin şeklini de değiştirmektedir. Buna bağlı olarak, ölen kişinin ardından tutulan yas, yapılan defin töreni ve ölen kişi için planlanan mezar yapısı, mevtanın özelliklerine göre şekillenmektedir. Çalışmaya onu olan Fatıma Müşerref Hanım'ın hem ölümü hem de mezarı, bazı geleneksel uygulamaların devam ettiğini gösteren az sayıdaki örnekten biri olması bakımından önemlidir. Süleymaniye Cami Haziresinde yer alan bu lahit mezar, yansıtmış olduğu kültürel birikimle diğer mezarların arasında hemen fark edilebilen bir özellik taşımaktadır. On yedi yaşında genç bir kadına ait olan bu lahit, şahidesine işlenmiş olan duvak motifiyle dikkat çekmektedir. 1910 yılında şahideye işlenen bu motif, bugün Anadolu coğrafyasında hala gelinlik çağında yaşamını yitiren genç kızların mezar taşlarında kullanılan bir semboldür. Death is described as the ending point of any living. The phenomenon of death which can be handled as an inevitable final is easily perceived as a transitional period of any individual by taking an acceptable form in line with the beliefs. The people’s faith has determined both burial traditions and grave architecture in this transitional period, and contributed to the making of cultural heritage which is changeable from any society to any other. The graves are the most important historic documents of any geographical region. By having a glance at the graves of any region, it is highly possible to comprehend the cultural structure, traditions and belief systems of the people living thereabouts. The Turks have paid particular attention to the deceased and their graves for the years of nomadic way of life having emerged at the steppes of Central Asia. The most prominent reason of this approach is that Turks have ‘cult of ancestors’ and awareness on the temporariness of the process experienced. In the aftermath of the adoption of Islam, their perceptions of death and grave have been shaped in the direction of Islamic rules and regulations. The human life has three basic phases: birth, marrying, death. While the phenomenon of death is relatively more acceptable for any older person, a younger death can alter the form of cultural diversity. Accordingly, the lament after any deceased, the funeral and grave take a form according to the characteristics of the deceased. Both the death and grave of Fatıma Müşerref Hanım which constitutes the main topic of this paper is valuable in terms of revealing some traditions to be implemented. This grave in form of sarcophagus at the hazire of Mosque Süleymaniye bears easily distinguishable features with its cultural diversity among the other graves. The grave of a 17-year-old young woman draws attention with a duvak motif inscribed on its gravestone. This motif, which was inscribed in 1910, can be still observed on the gravestones of the girls who decease at the age suitable for marriage in Anatolia.
Kaynak
Turkish Studies (Elektronik)Cilt
13Sayı
10Bağlantı
https://app.trdizin.gov.tr/makale/TXpBd01EZzRPQT09https://hdl.handle.net/20.500.12868/1109